31 Ekim 2011 Pazartesi

MONTENEGRO

  
    


Bildiğimiz Karadağ yani… Dünyanın en genç devleti şu anda. Ben Montenegro demeyi seçiyorum. Karadağ’ın o kasvetli ve soğuk hissiyatını taşımıyor sanki . Gelmeden önce ki yargılarımın sebebini de bu isme yükledim. Gerçi ülkeye ilk girdiğinizde karşılaştığınız görüntü, Karadağ isminin hakkını verircesine karşılıyor sizi…Sonra birden bulutların arasından güneş çıkar gibi şaşkın gözlerle bakıyorsunuz etrafa. Elim telefon tuşlarının üzerinde face e ‘Allah’ım cennetteyim galiba’ cümlesini yazarken buluveriyorum kendimi...                   
                   
             

                
Bu ülkede almış Sırp zulmünden nasibini, ama buna dair izler göremiyorsunuz çevrede, yaralar sarılmış. Tek gelir kaynağı turizm.

    

Dünyanın en büyük ikinci kanyonu buradaymış mesela, yaz turizminin yanında kış turizminde de oldukça iddialı.






  Kilometrelerce sahiller akıp gidiyor, Sinop ta ki Akliman sahiline benzetiyorum bahşedilmiş bu ayrılacığını..
  Denize girilebilecek alanlar Dubrovniğe oranla daha fazla…  

     


Aziz Stefan Adası
Bir zamanlar ünlüler, krallar, kraliçelere ev sahipliği yapmış olan ada 15.yüzyıldan 1950 lere kadar balıkçı kasabasıymış, 60-70 ve 80 lerde Sofia Loren, Marliyn Monroe ve Liz Taylor gibi ünlülerin uğrak yeri olmuş. Günümüzde de öyle tabii…
       Bu güzel ada restorasyon işlerinden dolayı gittiğimiz zaman kapalıydı, ancak eylül ayında kapılarını açıyor. Özellikle taş evleri ve plajlarıyla dikkat çeken ada kuşbakışı bakıldığında büyüleyici bir etki yapıyor…





Kotor Körfezi…..
 Kotor a doğru yol alıyoruz. Kotor körfezinde irili ufaklı tepeler birbirini kovalıyor ,biri diğerinden kaçarken suya düşmüş sanki, dans eden Latin bir kız vücudu kadar kıvrımlı   kıyılar… büyüleyici.
Resim alabilmemiz için duruyor aracımız ve  kanıtlamak istercesine şahit oldukları bu güzelliği ,herkes fotoğraf çekme telaşına kapılıveriyor. (ben de tabi kiiii….)



 
Sahildeki taş evlerle çocukluğumun çizgi filmlerinin içine dalıveriyorum.Özlem Harikalar Diyarında J
Heidi birazdan tepelerin ardından sıçraya sıçraya iniverecek sanki…




veee Unesco’nun kültür mirası listesinde bir şehir
KOTOR…


           




Otobüsten iniyoruz. Rehberimiz makinalarımıza sarılmamızı, gerekli serbest zamanımızın olacağını söylese de gördüğümüz güzellik karşısında fotoğraf çekmek için tuhaf bir dürtü hissediyoruz. Sanki bu kadar güzelliği resmetmeye zaman kalmayacakta,eksik hissedecekmişiz gibi…



 

  



Bökelj nehrini görüyoruz ilk… 
  

Surlardan pelerinini savuşturmuş tüm kibiriyle yeşil.
Ve meydan okurcasına mavinin üzerine serilivermiş…
Silahını çeken kovboy gibi davranıveriyorum fotoğraf makineme


  
Surlar hediye paketi gibi ,içinden yıllanmış şarap misali eski bir şehir daha  çıkıveriyor.
Anlayacağınız Ortaçağ ile Yakın çağ burada da kolkola.


2,500 yıllık geçmişiyle Adriyatik Denizi kıyısındaki en eski yerleşim yerlerinden biri BUDVA


    






Fazla söze gerek yok…denize kendini atıvermiş küçük bir şehir burası.Turistler akın etmiş.İstinasız tüm şehirlerde var olan old town (eski kasaba) bu şehre de renk vermiş.Yeşille birleşmiş güzel bir yat limanı,hemen yanında heybetli surlar ardında saklanmış minyatür, asırlık bir kasaba… çiçeklerle bezenmiş şirin taş evler,dar sokaklarında pastaneler,dükkanlar ve cafeler, meydanın da kiliseler ve kuleler…bayıldımmm :)


                          




    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder