20 Kasım 2011 Pazar

Sadece bir tebessüm mü, bu kadar mı? Böyle gülmezsin sen ve hüzün var gözlerinde...Neyse belki de ben yanlış anladım.
         Günler sonra aydınlık bir gün nihayet...Ohhh be sıcacık oldu içim.Havayla birlikte ruhumu  saran sis de kalktı nihayet. Hava durumu ile seratonin hormonunun doğrudan bağlantısı var bence. Dün üzüldüğüm zırladığım duruma bugün o kadar üzülmüyorum mesela, ama yarın için bir şey diyememem,dedim ya hava durumuna bağlı her şey.
                                Şanslıysam atlatana kadar birkaç gün iyi gider...
        Şarkılarda etkiler mesela.Tek bir şarkıyla duman olursun. Ağlamak mı istiyorsun, akmıyor mu göz yaşların hemen bir  acılı Adana çekersin olur biter,hatta sel olur gider. Ne tuhaf şey şu psikoloji,hani pamuk ipliğine bağlı derler ya,o hesap.
        Neyse bugünü kurtardık en azından,yarına Allah Kerim :))

15 Kasım 2011 Salı

Gözünü sevdiğim çocukluğum...


            
Dert yok,tasa yok,stres yok,kaygı yok,sansasyon,enflasyon,depresyon yok..yani varmıştır da bizlerin haberi yok.
           Tek derdimiz aşağı sokaktaki kıvırcık çocuğun o gün mahalleden geçmemesi ya da komşu kızının yeni robadan elbisesi...
           En sevdiğimiz gün cuma, en sevmediğimiz pazartesi. Cumaları severdim ben her çocuk gibi. Hem 2 gün tatil hem de geç yatarsın akşamları, o gün ki beslenme çantası mönüsü de köfte patates üstelik. Anneme yağda kızarttırıyorum son zamanlarda köfteyi, elinde yuvarlattırıyor, uçlarını sivrilttiriyorum,sevmiyorum artık ızgarayı.
           Genişti bizim sokak,kocaman çitlenbik ağacı vardı orta yerinde..Şimdilerde sorsan kimse bilmez.Zaten kesmişler birkaç yıl önce.
           Bu günlerde dijital kutuya sığdırılan arkadaşlık dar gelirdi bizim  koskoca sokağamıza. Soğuktan üşümez, yürümekten yorulmazdık, toprak kokardı üzerimiz.
           Bayılırdık evde yüzüne bakmadığımız meyveyi komşuya gittiğimizde yemeye, daha fazlasını istemezdik. Aklımız çıkardı tek kaşı kalktığında annemizin, çimdiği yiyince sinerdik. Ayak bileğine isabet edecek şekilde atılırdı terlik, etmezse hep gülerdik.
           Mahallemizin kızı sendromu vardı erkeklerde, dokunulmazdık. Akşam ezanı kanunu yıkılırdı yazları ve yatsıya uzardı sohbetler. Papatyalı bir kırdı Çetin Emeç Parkı, kar yağar biz yuvarlanırdık.
           Hatıra defterleri vardı, ‘kalbin kadar temiz’ diye başlardı cümleleri. Ha birde anketler… Sms,mms,,gmail, hotmail sizdi günlerimiz, camdan cama sohbet ederdi anneler,bir ekmek bir süt diyerek salınırdı sepetler,açlıktan ölünceye,altımıza kaçırıncaya kadardı oyunlar.
           Yüzü kızaran Heidi vardı, güzel ekmek yapan dedesi. Candy bir tek Anthony i severdi. Kırmızı Pinokyo bisiklet için yapılırdı kardeşlerle kavgalar. Cantlarına eti puf kapları takılırdı.En büyük heyecandı bayramlarda sınıf süslemek , iştah kabartırdı renkli gramafon kağıtları,geceden uyunmazdı.
           Yağmur iyice ıslatmalıydı toprağı, en güzel çivi öyle oynanırdı. .. ip atlarken çiftlisinde atlamak , sek sek te kaymak  taş bulabilmekti marifet. Yakartop, istop,dokuz taş vardı,körebe de görürdük ebeleri sadece ve sokakta yapılırdı çift kale maçlar…

Başta da söylediğim gibi; gözünü sevdiğimin çocukluğu, her şey az, her şey zor  ama herkes mutlu…

10 Kasım 2011 Perşembe

Söyle Atam....

       Bedelini parayla değil,canlarıyla ödeyebildiklerinden binlerce evladımız şehit , yüzlerce insan ihmalden değil depremden ölü,adamlar karılarını,kadınlar çocuklarını öldürmekte, bazıları tahrik oldukları ve 13 yaşındaki bir çocuktan gönül rızası aldıkları için sapıklıktan muaf,bayramda kurban kesmede hiçbir sıkıntı yok,bankadan kredi çekip makul ödemelerle insanlar bu konuda yarışabilmekte ama parasızlık yüzünden okuyamayan binlerce öğrencimiz mevcut, güvendiğimiz dağımız, onlarca aydınımız kurmaca düzmeceyle içeride,ramazan sebebiyle terörle edilemeyen mücadele milli bayramlar için verilmekte,tek çocuğuna bakamayan bir millete 3 tanesi önerilmekte ve ve ve ve.......
                 Söyle şimdi sevgili Atam hangisi daha zor?
              'Yoktan var etmek mi,vardan yok etmek mi?'

4 Kasım 2011 Cuma

Bir başkadır benim memleketim...'Sinop II'

Bir başkadır benim memleketim...'Sinop I'




   












N.e Ç.are

        ........hoş bir zamanlarda tecavüz edip öldüren aftan yararlanmış,ama öldürmediyse yararlanamamıştı.
Yani tecavüz edip üstüne öldüreceksin ki bir şeye benzesin,yok öldürmezsen olaylar daha da büyür,kız iki gün sonra çıkar konuşur mesela,hakkını falan arayabilir...peki o zaman ne olur;tam 8 yıl karar veremezler, 5 yıl ceza uygun görülür her bir ite,yarısı da iyi halden gider üstelik.
       Böyle kanı bozuk şerefsizlerin iyi hali nasıl oluyor,onu da hiç anlamış değilim.Hayır onlarda iyi bir hal bulunuyorsa baklava çalan çocuklarda arayıpta bulamadıkları neydi?
       Adaletine de güvenemeyeceksek bu ülkenin güvenecek başka neyimiz kaldı ki...

3 Kasım 2011 Perşembe

Hayat ve de Korkular...

          
Hadi yaaa,bırakın artık şu ama ile başlayan cümleler kurmayı,hadi ama..( o kadar alışmışız ki ben de kurdum) (benim ki ama ile başlamıyor ama ...)
           Alın artık şu yaşamınızın direksiyonunu elinize.Başkası için yaşanan hayatları buruşturup atıverin,kurtulun üzerinize olmayan şu modası geçmiş elbiselerinizden.Kabul edin bahanelerinizin ardında ki tek şeyin korku olduğunu, kabul edin ve atın cesur olma yolunda ilk adımınızı.
           Hep şunu duyarım ;
- 'öfff, hayat ne kötü',
-'ne kadar sıkıcı her şey',
-'istediğim hiçbir şey olmuyor'
          şikayet etmekte ki ustalığımızı,farkındalık seviyemizi arttırmak hususunda kullansak, mutsuz insan kalmayacak emin olun.Hani şu 'ses var görüntü yok' sözü cuk oturuyor bizim insanımız üzerine.


         Bütün gün şikayet ederler, 'e hadi o zaman' dersin tırsak bir kedi gibi oracıkta kalıverirler,hepte bir mazeretleri vardır üstelik. ‘Ben korkuyorum,yemiyo açıkçası’ demeye cesaret edemezler.

         -Neden ?
          Bahane üretmek en kolayıdır çünkü,bahane üretmek acıtmaz,bahane üretmek sorgulatmaz,bahane üretmek aslında hep var olan kör noktalarımızın üstünü sessizce örtmektir çünkü...
          -Peki nereye kadar?
Çok güzel anlatmış Ece Temelkuran;
        ' hayat, onu erken anladığını sananlardan çok fena alır öcünü. Bir şeyi vaktinde yaşamadan geçersen, çok sonra, seni rezil etme pahasına, sana yaşatır o eksik bıraktığın bölümü. Âşık mı olmadın on altı yaşında? Gelir seni kırk beşinde bulur, maceraya mı çıkmadın yirminde? Sürükleye sürükleye götürür seni otuz beşinde. Yırtık kot, yer bezinden hallice bir kazak giyip, nasıl göründüğüne aldırmadan geçiremedinse öğrencilik yıllarını , elli yaşında, artık kalabalıkların gözleri seni hiç de öyle görmeyi beklemezken, sana giydirir o kot pantolonu.Zira atlayıp geçtiğin ne varsa dönüp dolaşıp bulur insanın yakasını.'

Sanmayın ki susturabilirsiniz içinizde ki sesi, valla ben susturamamış biri olarak söylüyorum.


Yıllarca susturdum, içim acıyarak,niye böyle bir şey yaptıysam onu da anlamış değilim pek. Kış uykusuna yatmıştım sanki ...İçten içe kaynamaya başladım sonunda,aslında pekte istemediğim bir hayatı yaşamakta ki ısrarımı sorguladım,en büyük meselem ne istedğimi bilmemekti belki...sorgulamamak en iyisiydi; çünkü güvendeydim, ‘Mutsuz ama güvende.


           Sorgulamaya başlarsam, değişim olmalıydı ve sonrasında da dönüşüm. Alışkanlıklardan vaz geçmek,sıkı sıkı ya sarıldığım her şeyden silkelenmek o kadar da kolay değildi.Kendimle baş başa kaldım sık sık,böyle olduğunda , daha iyi duyabiliyorsun içinde ki sesi ve çelişmiyor duygularınla mantığın...

           Gerçekte neyi istediğimi öğrenmenin, beni mutlu edecek tek şey olduğunu fark ederek başladım ilk. Cesur kararlar aldım sonrasında, kıyıdan uzaklaşmanın ve karanın henüz görünmemesinin paniğini yaşadım zaman zaman...
Her şeyin bilincindeydim, kendimin, duygularımın,beklentilerimin,yaşadığım her acının ve korkunun da bilinciydemdim artık,( ki bu çok önemlidir) yaşadığım her acıyı sorguladım,neden yaşadığımı, ardında ki esas duygumu ,beni rahatsız eden esas duygunun ne olduğunu sordum sürekli ve bulduğum her cevapla,farkında olarak ya da olmayarak gömdüğüm duygularla yüzleştim derinlerde ve her yüzleşme daha da güçlendirdi beni.İçinden çıkamadığım hallerin daha çabuk üstesinden gelir oldum,korkmamaya başladım üzüntü ve acılardan,her dibe vuruş daha hızlı yaptı beni.
           Evren hizmetime sundu  her şeyi, ve her şey ona göre ayarlandı sanki, işim, arkadaşlarım, ailem bir başka düzen oluştu ruverdi…

           Ve kara göründü nihayet! Yapabilir miyim,mümkün mü türünden sorular yok artık , kuşku yok, korku yok, acabalar yok, amalar yok..


           İnanç var, cesaret var,bilmek var, öğrenmek var.. Yolun başında ama doğru yolda olmanın verdiği huzur ve keyif var.

          Artık oradayım işte, olmak istediğim yerde, dümen elimde...  kara önümde…



1 Kasım 2011 Salı

BOSNA HERSEK

Hüznün Diyarı...


                  Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar olmak üzere 3 etnik gruba ev sahipliği yapan  Bosna-Hersek, bağımsızlığını 1990'lı yıllarda yapılan refarundumda kazanmış. Bu durumu kabullenemeyen ve tanımayan Sırplar , Boşnaklar ve Hırvatlara karşı savaş açmış ardından.
      Böyle -mış lı cümleler kullanmayayım, hepimiz bizzat biliyoruz zaten.

 

        Sabah 8 gibi hareket ediyoruz Bosna'ya...Rehberimizin anlattığı yakın tarihine bizzat şahit olduğumdan olsa gerek daha varmadan bir hüzün kaplıyor içimi.
       Haber spikerlerinin '.........Bosna'dan bildiriyor' sözleri geliyor kulağıma.
   
      
         İlk durağımız eski bir Osmalı köyü olan Poçitel...


      






Müslüman Boşnakların yaşadığı
bu köy evleri ve camisiyle eski bir
Türk köyündeymişiz hissi uyandırıyor.






         




Külah içinde meyve ler satıyor köylü kadınlar.
Biraz yukarıda enfes kahve yapan cafe ye çıkıyoruz.
Bakır cezve lerle ikram ediliyor kahvelerimiz. Dallarından kivilerin sarktığı asma altında aceleyle yudumluyoruz ...


       




Resim çekme telaşımız burada da mevcut tabiii...
 











Ve Mostar a doğru ilerliyoruz...
anlatmayı sürdürüyor rehberimiz kopyalanmış Nazi katliamını..
         92 de başlayan Sırp saldırıları  tam bir felakete dönüştü,mülteci kamplarında pek çok kişi öldürüldü ve işkenceye uğradı.
         Mayıs 95'te Sırplar kuşatmayı şiddetlendirdi ve Nato Sırplara karşı hava saldırısı düzenlendi. Sırplar, altı güvenli bölgeyi bombalayarak 300 Birleşmiş Milletler askerini rehin aldı.          Temmuz 95'te  Sırp güçleri Srebrenitsa'daki Hollandalı Birleşmiş Milletler güçleriyle anlaşarak şehri hedef aldı. Yaklaşık 25,000 Boşnak şehri terk ederek bir başka güvenli bölge olan Potocari'ye ulaştı. Sırplar Srebsenitsa'ya geldiğinde Hollandalı Birleşmiş Milletler gücü komutanı, Sırpları engellemek yerine onlara katliam konusunda yardımcı oldu. Kadın ve çocuklar ayrıldıktan sonra askerlik çağına gelmiş erkekler  kampın yakınında kurşuna dizilerek öldürüldü.
      Srebrenitsa Katliamı'nın ardından o güne kadar olaylara kayıtsız kalan batı kamuoyunda Sırplara karşı baskılar arttı ve 95  sonlarında savaş son buldu.
    


             Mostar Köprüsü...



            Mostar şehrinden geçen, Neretva Nehri üzerinde Mimar Sinan'ın öğrencisi Mimar Hayruddin tarafından 1566 yılında inşa edilen köprü.
  Köprü ye ilk saldırıyı 92'de  Sırplar düzenliyor. 93'te bir Hırvat saldırısında köprü tamamen yıkılıyor .  Neretva Nehri'nin sularına gömülüyor ,yüzyıllar boyunca  hoşgörü ve kültürel çeşitliliğin sembolü olan köprünün  dev taşları. 


     Köprüden geçerken rehberimiz uyarısı üzerine ufak bir müzeye giriyoruz.
Köprünün vuruluş ve yıkılış anı görüntülenmiş, izliyor, izliyor, izliyoruz... içimde bir şey sızlıyor…



UNESCOve Dünya Bankası' nın desteğiyle 97 'de başlayan inşaatı bir Türk şirketi üstleniyor. Dalgıçlar orijinal taşları nehir yatağından bulup vinçlerle çıkarıyorlar. Suyun içinde ki bozulmaya uğrayan taşlar kullanılamadığından ,orijinal taşların çıkarıldığı  taş ocağı tekrar açılıp, burdan çıkarılan taşlar köprünün yapımında kullanılıyor. Orijinal modele sadık kalınarak yapılan tadilat  Ağustos 2003'te tamamlanıyor.
  Bugün çok uluslu bir yönetim tarafından idare edilen Mostar' da savaş döneminde başlayan bölünmeler hala devam etmektedir. Hırvatlar nehrin batısında, Müslümanlar ise doğusunda yaşıyor. Savaş sırasında şehirden ayrılan Sırplarsa bir daha geri dönmedi.



           NOT
          Şehirden ayrılırken , engel olamıyorum göz yaşlarıma,anlatılanları dinlerken ağlamamıştım. Anlayamadığım ama tanıdık bir acı var içimde.Sanki oradaydım,onlardandım ve bildiğim ama hiç görmediğim gülüşünle sende oradaydın.Aynı tuhaf histi ve aynı acı ...seni biliyorum evet oradaydın ve ayrıdüştük her seferinde, sanki seni de orada bıraktım...